Kaygı Kavramına Kierkegaard'ça bir Bakış



Kaygı Kavramına Kierkegaard'ça bir Bakış

Kierkegaard'ın eserlerinde yakaladığım, doğrusu beni yakalayan şu alıntı ile başlayalım:

"Kaygı öznenin kendini hüzne intibak ettirme ve onu özümseme organı." (Kierkegaard, 1844/2019, s. 154).

Gerçekten ilginç bir kaygı tanımlaması, peki insan neden kaygı duyar, bunun bir karşıt durumu var mıdır, Kierkegaard ile birlikte düşünmeye başlayalım.

İnsanın kaygıya sahip olmasının nedeni, hüzünlerini özümsemeye çalışmaktır diyor Kierkegaard böylelikle. Hüzünlerini özümsemesine ise kendisini tanımak için ihtiyacı var. Ve insan ne kadar çok böylesi bir kaygıya sahipse, varlığı ile ilgili o kadar çok mesele ile ilgileniyordur; benliğinin ne kadar uç sınırlarında dolaşıyorsa, kendi varlığına dair baş edeceği o kadar konu vardır. Fakat insan neden buna sahip olmak istesin?

Çünkü kaygı, özgür insanın iradesinin sınırlarını aramaya başladığı andan itibaren bu yolculuğun zorunlu eşlikçisi olacaktır. Zira Kierkegaard'ın o "büyük" cümlesiyle; "Kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir" (Kierkegaard, 1844/2019, s. 65).

İradesini anlamaya başlamış bir insan ilkin sahip olduğu bu iradenin ne kadar korkunç büyüklükte bir seçim gücü anlamına gelebildiği karşısında dehşete düşer. Kaygı tam olarak bu dehşetle birlikte doğar. Kierkegaard bu anı şöyle tasvir eder:

"Ruhun sonluluğu destekleyemediği o anda kaygı, özgürlüğün baş dönmesi olarak ortaya çıkar... O anda her şey değişir ve özgürlük sonluluğa tutunur" (Kierkegaard, 1844/2019, s. 65).

İnsan sahip olduğu bu özgürlükle ne yapacaktır? Benliğinin hangi kısımlarından sorumludur, kader diye bir şey var mıdır, varsa insan bunun neresindedir? Tüm bu sorulara yanıt bulabilmek adına insanın önünde iki seçenek belirir. İnsan ya bu dehşetin yarattığı anlamsızlık, absürtlük duygusuyla bu özgürlüğü alabildiğine yok edecek bir varoluşsal anksiyete yaratacak ya da özgürlüğünün getirdiği kaygının onu benliğinin en derin noktalarına götürmesine izin vererek en üst benliğine ulaşacak.

Bu bağlamda Kierkegaard'ın bunun gibi ya/ya da ile kurulan cümleleri kaygının bir kaynağı olarak görmesi güzel bir denk geliş oldu. "Bir insanın ruhunun kan kaybından ölebileceği, hayatının bir hiç olup çıkabileceği, seçim anının kaçırılabileceği bir tehlike vardır. Gözlerini ruhunun en derin köşelerine diktiğinde, seçimin ne denli büyük bir anlama sahip olduğunu gören insan için, hayatın estetik yanlarının ne kadar değersiz olduğu aşikârdır" (Kierkegaard, 1843/2018, s. 488).

Varlığın Dehşetine Dair Bir Reaksiyon

Bu noktada varoluşsal anksiyete ile patolojik anksiyeteyi birbirinden ayırmakta fayda var. Patolojik anksiyete, psikiyatrik bir tedavi gerektiren, ona sahip insanların sahip olmak için hiçbir nedeni olmadığı zamanlarda dahi ciddi fizyolojik sonuçlarla kendini gösteren bir durumdur.

Fakat varoluşsal anksiyete ile insanın özgürlüğünün getirdiği dehşet ve aşırı sorumluluk duygusunun kötü etkilerine kapılarak kendini tümden bu durumdan soyutlamaya çalışması durumunu kastediyoruz. Böylesi bir anksiyete, insanın kendi varlığına dair sahip olduğu tüm farkındalıkları yavaşça yok etmek isteyecektir. Özgürlüğün getirdiği erekleri yok edebilmek adına onu olabildiğince bir "herkes"; bir kimliksiz haline getirmeye çalışarak farkındalığın hüznünden kurtarmaya çalışacaktır. Kierkegaard bu durumu "umutsuzluk" olarak nitelendirir ve kalabalık içinde kaybolan birey için şu uyarıyı yapar:

"Kendi olmaya cüret edemeyen, bir birey olmaya cüret edemeyen... bunun yerine kendini kaybederek herkes gibi, o pek kalabalık insan sürüsü gibi olan her insan, yetenekleri ne olursa olsun umutsuzluk içindedir" (Kierkegaard, 1849/2004, s. 45).

Buna karşılık Kierkegaard'ın kaygı kavramına umutla bağlanmış olan insan, ilkin bu dehşet duygusu geçtiğinde ve o durumu özümsemek istediğinde; iradesinin korkunç büyüklüğü karşısında aynı zamanda sonsuz ve zamansal bir varlık olduğunu fark edecektir. Varlığının devasa olası senaryoları karşısında yaşamı gerçekten de küçük bir nokta gibi görünecektir.

Tam da bu nedenle, sahip olduğu bu yaşamın değerinin ne kadar hassas olduğunu, bu nedenle iradesini ve benliğini büsbütün keşfetmesi gerektiğini düşündüğünde benliğinin en uç sınırlarına yolculuk yapar. Çünkü "Benlik, sonsuzlukla sonluluğun, geçicilikle kalıcılığın, özgürlükle zorunluluğun bir sentezidir" (Kierkegaard, 1849/2004, s. 19).

Böylece özgür insan varlığının tüm mümkün sınırlarında dolaştıkça ve kaygısının asıl nesnesi olan "gerçek kendi" ile tanıştıkça, varlığının en yüksek noktasına ulaşacaktır.

Kaynakça

  • Kierkegaard, S. (2004). Ölümcül hastalık umutsuzluk (M. Mukadder Yakupoğlu, Çev.). Ayrıntı Yayınları.

  • Kierkegaard, S. (2018). Ya/Ya da (N. Ekici, Çev.). Alfa Yayınları.

  • Kierkegaard, S. (2019). Kaygı kavramı (T. Uç, Çev.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. (Orijinal eser basım tarihi 1844).

Yorumlar

Popüler Yayınlar